28 Nisan 2022 Perşembe

23 Nisan Nasıl Çocuk Bayramı oldu?

 Akın Güre


Bu gün 23 Nisan 1920'de açılan, Millet Egemenliğinin temsil edildiği Millet Meclisimizin kuruluşunu andığımız büyük bir bayramdır. Bu bayram 1921 yılından itibaren Milli Bayram olarak kutlanmaya başlanır.   1927 yılından itibaren yardıma muhtaç  çocukların durumlarına dikkati çekmek amacıyla  kabul edilen   Çocuk Haftasının  Milli Bayram'la birleştirilerek kutlanması daha sonraları 1935 yılında olur. Bunda Kırklareli'nden yetişen  Dr. Fuad Umay’ın büyük payı vardır. Başkanlığını yaptığı Himaye-i Etfal Cemiyeti Çocuk Bayramı Haftası şenliklerinde  çocuklar için yardım pulları çıkartır, bağışlar toplanmasını sağlar. Bayram daha sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanacaktır. 


Himaye-i Etfal Cemiyeti Reisi Dr. Fuad Bey, bu günün Çocuk  Haftasına  dönüştürülmesinin amacını şöyle anlatır:


“Milletin dayanağı vatan yavrularının sağlık ve hayatlarını ve memlekete faydalı birer insan olabilmelerini temin maksadıyla Milli Mücadele’nin en hareketli zamanlarında Ankara’da kurulmuş olan Himaye-i Etfal Cemiyeti büyük ve kutsi bir emelde muvaffak olabilmek için gayret sarf etmektedir. Bütün çalışmasını ulu himayeci Gazi Hazretleri’nden, muhterem hükümetten ve şefkatli halkımızdan gördüğü maddi ve manevi yardımlarına dayandırmakta olan Cemiyet, çalışmasında muvaffak olabilmek için halkımızın çocukla alakasını arttırmak amacıyla 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı ihdas etmiş ve üç dört seneden beri vatanın her tarafından pek güzel suretle kutlanan Çocuk Bayramı’ndan cesaret alarak bu bayramı “Çocuk Haftası”namıyla yedi güne yaymıştır."

Çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümü Kırklareli'nde geçmiş değerli tarihçi Mehmet Ö. Alkan bu konuda yazdıkları şöyledir:

“1935 yılında TBMM’nin açılış günü olarak 23 Nisan’a ilk kez bir isim verilmiş ve “Ulusal Egemenlik” bayramı olarak adlandırılmıştır. Bu tarihten itibaren iki farklı bayram bir yandan TBMM’nin açılışı “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlanmış, diğer yandan Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurum günü olan “Çocuk Bayramı” aynı gün kutlanmaya devam etmiştir. Bununla birlikte 1935 yılından itibaren iki bayram “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” şeklinde fiili olarak birlikte anılmaya başlanmıştır.” (Mehmet Ö. Alkan, 23 Nisan'ın Gayri Resmi Tarihi. Toplumsal  Tarih Dergisi, Nisan 2011)

Egemenliğimizi kazandıran büyük kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anarken, bu günün çocukların korunması  adına anlamlı bir  kutlamaya dönüşmesini sağlayan Dr. Fuad Umay'a da şükranlarımızı sunuyoruz.

Gezi Ruhunu Anlamaya Çalışmak

 Dokuz yıl önce Gezi olaylarının başladığı 2013 yılının Haziran ayı Türkiye için farklı bir dönemin başlangıcıydı: Barış sürecinin dayattığı demokratikleşme talepleri yanısıra çevreci ve seküler bir refleksle bir araya gelen Taksim Dayanışması’na sabaha karşı ansızın yapılan polis baskını ülke çapında yaygınlaşan tepkilere yol açtı, halk sokaklara çıktı, meydanlar dolup taştı.

Başbakan Erdoğan hükümeti iki yönlü bir sıkışma içindeydi. Bir yanda Kürtlerin silah yerine barışçı bir siyasal mücadeleyi tercih etmelerinin dayattığı demokratikleşme adımları, öte yanda ise hiç beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkan, toplumun laik kesimlerinin özgürlükler temelinde dile getirdiği haklı itirazlar vardı.

Dönemin başbakanı Erdoğan bu noktada olayları yanlış okudu ve yükselen muhalefetin direnişini kendisine yönelik bir komplo olarak algıladı. Direnişin dış mihrakların oyunu, barış sürecini engellemeye yönelik planların eseri olduğunu söyledi. Bir günde dört miting yaparak kendi kitlesini  sahneye sürdü. Polis olaylara sert müdahale etti, bu yüzden bütün dünyadan tepkiler geldi.

Kürt siyası hareketi ise  Gezi direnişine mesafeli yaklaştılar. AKP hükümeti ile çekilme sürecinin siyasal kazanımlarını henüz elde edememişlerdi. Sınır dışına çekilmenin ve silahların susmasının yaratacağı olumlu havanın bozulmaması için  hükümetten gelecek destekleyici adımları bekliyorlardı; barışı bozacak bir çatışma ve gerginliğe tahammülleri yoktu. Ama bir yandan da Gezi olaylarının özgürlükler temelindeki taleplerine duyarsız kalmadıklarını açıkça ilan ediyorlardı.

SESSİZ İTTİFAK

Elbette Gezi’nin ülke çapında bakıldığında bileşenlerinin gösterdiği dağılımın farklılıkları kafalarda soru işaretleri yaratıyordu. Bu kaçınılmazdı; muhalefet herkesin kendi meşrebinden gelen ideolojik tasavvurlardan bağımsız olamazdı. Önemli olan bileşenler arasındaki sessiz ittifaktı. Bu anlaşma herkese birbirine tahammül etmeyi öğretmişti. Onun için farklı sloganlara rağmen birbirini ötekileştirmeden davranmak direnişin yayılmasını sağladı.

Bazı marjinal kesimlerin arasından çıkan taşkınlıklar vardı ama bu eylemlerin genel havasını bozacak güçte değildi. En önemlisi ulusalcı bileşenler askerî vesayeti hatırlatacak slogan veya söylemlerden kaçınıyorlardı. Gezi toplantıları dindar kesimden muhafazakârların da ilgisini çekti. Hatta ülkücü gençlerin bile.

Gezi olayları Taksim’de bir yeşil alanın halkın tercihlerine rağmen yok edilmesine karşı başlamıştı ama özünde AKP iktidarının özellikle son iki yılda artan özel hayata müdahalelerine karşı yükselen  bir tepkiydi. Erdoğan yönetimi ise bu tepkileri devlete karşı bir ayaklanma olarak gördü.

Yıllardır iktidara karşı biriken laik refleksler, siyasal geleneklerden bağımsız olarak hareket eden, özgürlüklerinden taviz vermeyen, özgüvenleri yüksek, düşüncelerini yeni sloganlarla ifade eden, mizahı çok iyi kullanan, sorgulayıcı gençler yaratmıştı. Eylemlere katılanlar herhangi bir siyasetin içinden gelmediklerinden geniş kitlelerin gözünde kolayca kahramanlaşmışlardı.

Bu nedenle arkalarından meydanları dolduran siyasi geleneklerden gelen farklı guruplar bu havayı bozacak olumsuzluklardan kaçınıyorlardı. Gezi olaylarından herkes yeni bir şeyler öğreniyordu.

YENİ BİR MUHALEFET

Polisle çatışma ve gerginliğe yol açan eylemlerin zaman içinde azalmasından sonra Gezi ruhu parklarda başlayan demokratik forumlarda yaşamaya devam etti. Daha sonra Ramazan ayının gelmesiyle antikapitalist Müslüman muhalefetin düzenlediği iftar yemeklerine dönüştü.

Bu sahneler Gezi olaylarının arkasındaki dayanışma ve kardeşlik ruhunun göstergesiydi. Hareketin arkasındaki biricik kuvvet buydu. Herkesin birbirini olduğu gibi

kabullendiği, hoşgörülü davrandığı, kimsenin ötekine üstünlük taslamadığı, akıl vermediği, konuşma özgürlüğünü kullanmayı teşvik eden bu kaynaşma yeni bir muhalefet tarzı olarak görüldü.

Bu hareketin siyasal anlamda inisiyatifi hiçbir bileşenin elinde değildi. Hareket öz denetimini, sloganlarını, iletişim biçimlerini, tepki tarzlarını kendisi yaratıyordu. Bunun için siyasetin dışında gibi gözüküyorlardı ama siyasetin yeni öznesi olmaya adaydılar. Geleneksel siyasi kesimlerden gelen bileşenler de bundan kendilerine dersler çıkartıyordu. Gezi barışçı eylemlerle sürdürülen müthiş bir deneyim alanıydı herkes için.

Yazımı uzatmak istemiyorum, kısaca demek istediğim şu:

İktidarın başında desteklediği “Barış Süreci” ne kadar siyasi mücadele biçimlerini uzlaşma yönünde dönüştürücü bir potansiyele sahipse, “Gezi Direnişi” de tarihsel bir simegeye dönüşen bir demokratik atılım oldu. İkisi de büyük engellemelerle yok edilmeye çalışıldı. Siyasi hayatımızdaki değişim çabalarına yapacağı katkıları zaman içinde daha iyi anlaşılacak bir adım olarak toplumsal hafızaya yerleşti.

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...