12 Nisan 2023 Çarşamba

GEÇMİŞTEN GELECEĞE TRAKYA

Trakya'nın Osmanlı Devleti'nden beri önemi, coğrafi konumundan ileri geldi. İmparatorluğun genişleme sürecinin doğuya değil batıya doğru olması bu bölgenin toplumsal ve ekonomik geleceğini de belirledi.

Osmanlı büyürken bu topraklar hızla Türkleşti. Bu değişim bütün balkan coğrafyasında eskiden beri yerleşmiş toplumlarla ilişkilere yol açtı. Bu genişleme kültürel kaynaşma ile aynı anda imparatorluğu ayakta tutacak üretim şeklini ve askeri gücü de sağladı. Trakya’nın çok kültürlü ve etnisiteli hayatında kalıcı izler bıraktı. Yayılma ile gelişen birlikte yaşama becerisi bölgedeki inanç sistemlerine özgün bir karakter aşıladı.

Batıya yakınlık, değişim esintilerini de getirdi. Zayıflayan bir imparatorluk yıkılma sürecinde adım adım gerilerken batıdan gelen yeni düşünce akımlarının da etkisi altında kaldı. Meşrutiyet’in ilanına giden yolda kaybedilmek üzere olan topraklarda düzeni koruma kaygısı fikir hayatına şekil verdi. Balkanlarda başlayan ilk yenilgiler toprak kayıpları ile sonuçlandı ve bu parçalanma Balkanlarda bağımsızlık rüzgarlarını daha da güçlendirdi. Buraya yerleşmiş Türk toplumunu acılı günler bekliyordu şimdi. Trakya trajik bir geriye çekilmenin acılarıyla doldu taştı.

Savaşların arkası kesilmiyordu. 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın başlangıcı, Osmanlı’nın yıkımını hızlandıran 1829, 1878, 1912 ve nihayet 1914 yıllarındaki savaşlarla geçti, binlerce genç insan kaybedilirken, binlerce çocuk öksüz kaldı. Trakya toprakları top mermileri ile dövülürken insanlar canlarını kurtarmak için Anadolu’ya kaçıyorlardı. Bu korkunç bir dönüş hikayesiydi.

Topraklar boşalmış, acının külleri Trakya'yı kuru bir bozkıra çevirmişti. Oysa Trakya’nın kaybedilmesi İstanbul’un esir edilmesi, imparatorluğun yıkımı demekti. Bu nedenle Trakya, boğazlar ile birlikte tarihte çok önemli, stratejik bir bölge sayılıyordu. Bu hem askeri olarak, hem de ekonomik olarak böyleydi.

Trakya, Kurtuluş Savaşı’nın başından beri Anadolu’daki mücadelenin önemli bir ayağı oldu. Trakya’nın 1920’lerde Yunan işgaline uğramasından sonra yükselen direniş bu nedenle Ankara tarafından sürekli desteklendi. Cumhuriyet'ten sonra da Trakya’da başlayan mübadele sürecindeki yeni yerleşimler buradaki ekonominin canlandırılması ve askeri tahkimat açısından son derece yaşamsaldı. Trakya hem geniş ovaları ve su kaynakları ile hem de sınır bölgesindeki nüfus yapısıyla bu stratejik önemini hep koruya geldi. Osmanlı döneminde demir yolu ağının Kırklareli’ne kadar uzanmasıyla, yüzyıl sonra İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan TEM otoyolunun yapılması benzer gerekçelere dayanıyordu. Trakya bu coğrafi özellikleri ve insan kaynağı açısından taşıdığı değerleri nedeniyle tarih boyunca çok önemli bir bölge sayıldı.

Yakın geçmişe bakıldığında ne yazık ki bu özellikler sadece özel sektör ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirildi, ferdi zenginleşmenin kaynağı olarak kullanıldı. İstanbul çevresine sıkışıp kalan sanayileşme, Trakya ovalarına geçişi önce Tekirdağ çevresinde başladıktan sonra önlenemez hızlı bir ilerleme ile diğer illere yayıldı. Yol alt yapısını ve Avrupa’ya yakınlık avantajlarını da kullanarak Trakya toprakları bir çekim alanı haline geldi.

Bunda tarımsal kesimde başlayan topraktan kopma sürecinin sağladığı ucuz iş gücü fırsatı da etkili oldu. Köylerden kente başlayan göç, fabrikalar etrafında toplanmış kalabalık kentlerin sosyal dokusunu da hareketlendirdi. Buralarda çoğalan nüfusun yarattığı talep, yeni tüketim ihtiyaçlarıyla birlikte ticari ilişkileri de çeşitlendirmiş, büyüyen şehirleşmeyle beraber inşaat sektöründeki yatırımları hızlandırmıştı.

Bütün bu süreç, çevresel kirliliği, şehirlerin plansız büyümesini, çarpık bir kentleşmeyi getirirken tarım yapılan topraklarda emeğin yoksullaşması, üretimin azalması ile sonuçlandı.

Sonuçta, Trakya’nın geleceğini tehdit eden bu eksen değişikliği, tarımı ikinci plana itecek kadar tehdit edici bir potansiyele sahip oldu.

Devlet Planlama Teşkilatının kapatılmasıyla yaratılan boşluğu Kalkınma Ajansları doldurmuş, siyasi iradeden bağımsız çalışan bir planlama anlayışı yok edilmişti. Trakya toprakları şimdi tamamen özel sektörün ihtiyaçlarına göre, toplumsal ve çevresel fayda göz ardı edilerek paylaşıma açılmıştı.

Bu kamu çıkarlarına ters gelen el değiştirme süreci bizi nereye taşıyacaktır, bence bu soru şimdi en önemli konudur.

Şimdi sıra Edirne, Kırklareli, Babaeski, Pınarhisar gibi kirlenmenin başında olan kentleri “yok etmeye” geldi. İstanbul depreminin korkusundan Trakya’ya başlayan göç akını, buradaki mevcut yaşamı bir süredir tehdit etmekte olan kirlilik etkenlerini hızlandırmakta. Bölgede nüfus artışı ile birlikte genişleyen pazar ve yeni işgücü kaynakları ile İstanbul'a alternatif alan olarak seçilen yeşil Trakya toprakları şimdi özel sektörün fırsatçılığına karşı korumasız durumda.

Buraya koşa koşa gelenlere şunu hatırlatmak gerekiyor: Trakya toprakları en az deprem kadar tehlikeli çevresel felaketlere gebedir. Ergene, Meriç nehirleri ve daha birçok derede zehir akıyor. Hava kirliliği rekor seviyede. Susuzluk tehlikesi giderek artıyor. Trakya Bölgesi’ndeki su havzalarında radyoaktif kirliliğin normalin 4 katı fazla olduğu söyleniyor. Bu da bölgede yaşayanların kansere yakalanma riskini arttırıyor.

Trakya hızlı bir büyümeye hazır mı? Daha doğrusu hızlı bir göç salgını bu topraklardaki hayatı tamamen bitirme tehlikesini barındırmıyor mu?

Şimdi Trakya’da bu tehditin başından beri farkında olup, yıllardan beri mücadele veren, uyarılar yapan kişileri, sivil toplum örgütlerini, çevreci platformları dinleme zamanı.

Günü birlik bireyci fırsatların peşinden koşmak yerine, geleceğimizin güvencesini sağlayacak politikalara, ilkelere öncelik verilmeli. Bu topraklarda gerçekten mutlu ve huzurlu bir gelecek kurup yaşamak istiyorsak, yaşanılmış örneklerden ders çıkartılıp  bunun güvencesini sağlayacak kamucu çözümlerde ve  ortak fikirlerde buluşulmalı.

 

 

YETER ARTIK!

 

Sonuna yaklaştık galiba. Çocuksu bir sevinçle bağırmak geçiyor içimden.

Evet, evet, evet...

Nasıl olmasın ki? 

Daha hangi, bu kadarı da olmaz detirtecek şeyler yaşansın. Sindirmek, katlanmak daha nasıl olur ki. 

Çaresiz kaldığında  içinde gedikler açan isyan fırtınaları daha ne kadar eser ki. Daha ne olsun ki, bu kadar yeter diye bağırmaya başlaman için.

Bütün bunları kötü bir kader gibi görmeye  alışmak, daha ne kadar sürsün ki. Üstelik üzerinde tepine tepine,  biri biter, ötekisi başlarken.

Sonuna yaklaştık diyeceksin elbette, rahata, huzura ermen için vakit tamam. Bunu hak etmedik mi?

Baksanıza, karşımızdaki nasıl eğilip, bükülüp,  binbir kılığa giriyor son defa. Yaptıklarını gördükçe kaybettiğimiz zamana acımak geçiyor içinizden, değil mi? Vah ki ne vah.

Demek bu kadar zor olacakmış çareyi bulmak.

Demek bu kadar çok ölecekmişiz  dirilmek için.

Demek bu kadar çok acılar çekecekmişiz anlamak için.

Hep böyle olmamış mı?

Hayatın bir yarısı öte yarısının yarası kapansın diye  geçmemiş mi hep?

Dedelerimizin dedeleri, ninelerimizin nineleri... Yaraları böyle kabuk bağlamamış mı?

YENİ ZAMANIN ARMAĞANI

 


14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerin kritik bir tercih olacağını söyleyip duruyoruz. Halkın yoksulluk, pahalılık, eşitsizlikten yıldığı ağır yaşam koşullarında, isyanını içine gömerek bir kurtuluş ışığı olarak gördüğü bu seçimlerin başka bir önemi daha var. 

Eğer iktidar yarattığı illüzyonlarla akıllarını ve duygularını çeldiği yoksul  kitleleri yine bu seçimlerde yanında tutabilirse(ki bu pekala mümkün) ülke başka bir karanlık çıkmaza daha sürüklenmiş olacak: demokrasiye inanma bilinci yıkılacak!

Böyle olursa; yokluğundan zarar gördüğümüz, şikayet ettiğimiz, tek çözüm olarak sarıldığımız demokrasinin yerini umutların tamamen yıkıldığı, karamsarlığın dibe vurduğu, siyasi partilere güvenin büyük yara aldığı, mücadele ruhunun yerini yılgınlığa bıraktığı bir  ikinci yüzyıl başlayacak cumhuriyet tarihimizde.

En önemlisi, demokrasinin kurtarıcı tek yol olduğu  inancı büyük zarar görecek böyle bir yenilgi sonrasında. 

Bu durum, iktidar kanadının  demokrasi dışı  yöntemlere daha sık başvuracağı, kitleler gözünde itibarını korumak için vaat ettiği değişimlere daha güçlü sarılacağı anlamına gelir.

 Demokrasiye inancın kaybolduğu, herkesin kendi kabuğuna çekildiği, istemese de olanlara tepkisiz kaldığı böyle bir ortamda cumhuriyetimizin nerelere savrulacağını düşünmek bile istemiyor insan.

Bu farazi karanlık tabloyu, can sıkıcı olduğunu bile bile niye hatırlatıyorum? 

Önümüzdeki seçimlerde bütün  muhalif siyasetin birleştiği stratejik çerçeveyi  vurgulamak istiyorum bir kere daha.

Birleşerek hareket etmenin, demokrasiyi çoğaltarak, sahiplenerek  ülkeyi yeni bir düzlüğe çıkarmasını herkes gibi büyük bir umutla bekliyorum.

Bu nedenle milletvekili adayların netleşeceği önümüzdeki günlerde bizi bekleyen ağır sorumluluğun önemini düşünerek, toplumsal faydayı önceleyen tercihlerle hareket etmemiz gerekiyor.

Seçimler, yaşanan baharı yeni bir coşkuya dönüştürmeli, ülkeye zindelik, akılcı bir yol ve kararlılık kazandırmalı.

Bizler, 68'li ihtiyar kuşak olarak çok şeyler özledik, yapamadık, engellendik, daha doğrusu beceremedik. 

Ama ideallerimizde haklıydık. 

Şimdi o  fikir ve  heyecan serpintilerinden de yararlanıp yeniden doğacak bir toparlanma ve kavrayışla, yeni bir Türkiye'yi yaratma zamanı. 

İkinci Yüzyılın bizim yorgun yüreklerimize iyi gelecek en güzel armağanı bu olacak. Çekilen çileler, yorgunluklar beklediğimize değdi diyeceğiz sonunda.


(Demokrat Haber, 7.4.2023 tarihli yazım)

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...