8 Eylül 2025 Pazartesi

YENİ UMUTLAR

 Dün Jose Mujica, kısa adıyla Pepe'nin belgeselini izlerken söylediği bir kavramın ne kadar doğru kullanıldığına şahit oldum. Pepe sosyalist bir siyasetçi, bir devrimci olarak toplumun yaşamında kültürün son derece belirleyici bir unsur olduğuna dikkat çekiyordu. Çünkü kültür hayatımız içindeki davranışlarımız,  beklentilerimiz bizi yönlendiren karakterimizi belirliyordu. Kültür bir toplumun kişiliğini biçimleyen deneyimler toplamıdır çünkü ve bir devrimin ana amacı da sonunda bunu eşit ve özgür bireyler için sağlayacak bütün koşulları yaratmaktır. 

Sosyalizmi keşke başarabilseydik, bu idealin siyasi yapısını hiç bir otoriterliğe sapmadan özgürce ortaya koyabilseydik. İnsanlık bunu başaramadı, biz de kolay başaramazdık,  yanından bile geçemedik bu deneyimin. Dünya olarak hep aynı çukura doldurulduk, kapitalizmin öğrettiği kendisi için yaşayan bencil insan karakterini ruhumuza bulaştırdık ve debelenip duruyoruz.

Kültürü bunu sağlayacak kötü huylarımız olarak yarşatıyorlar bize. Üzerine baskı ve korkuyu da dayatıyorlar ki yerimizden kıpırdamadan kalalım öyle diye. 

Şunu yapamadı, bu eksik kaldı diye eleştirip durduğumuz yüce Atatürk'ümüzün değerini daha iyi anlayalım. Onun önderlik ettiği nesiller bir hayalin peşindeydiler en azından. Köy Enstitüleri ve Halk Evleri ocağından yetişmiş insanların hayata bakışları bu günkünden kat kat ilerideydi. Toplumun bir arayışı, heyecanı vardı ve olmayanın yerine ne konması gerektiğini düşünecek bir iradeye sahiptiler. 

Başaramadılar, ayrı mesele ama o dönemin bize öğrettiği ve farkında olmadan içimize sindirdiğimiz, bir gerçeği hatırlatırım;  özgürce yaşanacak demokratik ve laik bir düzende,  hangi inanç ve etnik kökenden gelirsek gelelim, Türkiye Cumhuriyeti bireyleri olarak bir millet duygusu ile hareket etmeyi önemseyen bireyleriz  en azından  çoğunluk olarak. 

Bu duyguları aşındıran, beklentileri zayıflatan başka arayışlar olsa da  geldiğimiz nokta cumhuriyeti kuranların aşılamak istediği hedefin yanlış olduğunu göstermemeli.  Yapılmak istenen devrim bizim siyasal tercihlerimiz ve toplumsal geleneklerimizden gelen tutucu  kültürel alışkanlıklarınız nedeniyle istenildiği kadar başarıyla sonuçlanmadı. Sonunda değerli kültür ögelerimizin geride kalanlarıyla yetinmeye çalışan, eğitimden ve maddi zenginlikten mahrum bırakılmış yoksullaşmış bir toplum olarak her geçen gün çeşitlenen ve artan sorunlarımız içinde debeleniyoruz.

Bu topraklardaki bin yıllık hikayenin sonuna mı geldik diyen bir karamsarlığa kapılmayalım. Bizi bölmeye yeltenen dış güçlerin eline kaldık diyenlerin hiç yabancısı olmadığımız tuzaklarına düşmek de istemiyoruz. Evet çok zor günlerden geçiyoruz, ama beraberce düşünüp, vurup kırmadan, hiç birimizi incitmeden bu farklı kültürlerin iç içe yaşadığı bir toplumda yeniden yola koyulmak zorundayız. 

Hatalarımıza, eksiklerimize bakıp kendimizi küçümsemeye varacak kadar hırpalamadan,  yine kandırılmak istemiyorum diyen bir öz güvenle ama sadece demokrasi diyerek  yaşam mücadelesine devam edeceğiz. Kültürel kardeşliğimizi yeni nesillere armağan edecek, yarınları daha güzel kılacak bir umuda yaslanarak...

REJİM NEREYE DOĞRU

Siyaset bilimciler bu sisteme Rekabetçi Otoriterlik diyorlar. Tek adamın kontrolünde işleyen bu rejimde devletin bütün kurumları parti merkezli bir  sistem içinde çalışıyor. Sözde halkın temsilcisi sayılan bir göstermelik meclis var ama oradaki partiler de tek adam rejiminin güdümünde. Tabi olma, itaat etme onların varlığı için de önemli bir koşul. Ülkede her bireyin ve kurumun aynı durumda olması zorunluluğu var yoksa başınıza her an bir bela gelebilir. 

Bu sistemlere bizim yanıbaşımızda olan Azerbaycan örnek verilebilir. Orada başkan İlham Aliyev son seçimlerde oyların yüzde 92'sini alarak seçilmiş ve görev süresi sınırlı değil. Halkın yüzde 76'sı oylamaya gitmiş. Ama aynı katılım partiler için geçerli değil. Parlamento seçimlerinde katılım yüzde 35'lere düşüyor. Orada en güçlü tek bir parti var ve oyların yaklaşık yüzde 50'sini kazanmış. Diğerleri küçük partilerden ve bağımsızlardan oluşuyor. 

Gördüğünüz gibi seçilmişlerin doldurduğu bir meclis var ama halkın büyük çoğunluğunun bu mecliste temsil edildiği falan yok. 

Şimdi dönüp bize bakalım. Bizdeki sistemin de bundan aşağı kalır bir yanı yok. Hele şu aralar pek arzu ettikleri anayasa değişikliği olursa Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde süre sınırı olmadan görev yapabilecek belki. Belki diyorum çünkü bunu başarabilme ihtimali biraz zor. Ama en azından başka formüller bulunabilir. Kısaca diyebilirim ki   Azerbaycan modeli bir sisteme geçilmek isteniyor. 

Ülkenin en güçlü muhalefet partisine seçim yenilgisi yaşatmak için Cumhurbaşkanı adayını 6 aydır hapiste tutuyorlar. Yetmedi şimdiki hedefleri partinin genel başkanını  düşürüp parti içinde kontrollü bir yönetimin göreve gelmesi için hazırlıklar yapılıyor. Hukuk falan engel değil buna. Yazılı kanunlara bile bakan yok! Muhalefet partisini istedikleri gibi dizayn edemezlerse en azından parçalayarak zayıflatma peşindeler. Seçilmiş CHP belediyelerinde suç şebekeleri icat ederek yöneticileri  birer birer içeri tıkmaya devam ediyorlar ayrıca. 

Son olarak Ekrem İmamoğlu için başlatılan  yeni bir soruşturmada casusluk suçlamasına kadar gelindi. Aşikar ki temel mesele olarak giderek sıkışan bir siyaset biçimine evriliyor ülke. Demokratik hakları yok sayan, seçme ve seçilme özgürlüğünü kısıtlayan bir çembere sıkışmış muhaleftsiz bir rejimin güçlenmesi isteniyor. Bu yapılırken öte yandan müzakere adı altında yürütülmeye çalışılan barış süreci kullanışlı bir ayrıştırma mekanizmasına dönüşmüş durumda... 

Ortadoğu'da yaşanan bölgesel  paylaşma ve inşa sürecinin bizim için nasıl işe yarar bir iç politika malzemesi olacağı bu dönüşümün hangi yönde evrileceğine bağlı.  

Daha ötesi dış politikada ABD tarafında konumlanmış bir stratejiye bağlanmış umutlar her türlü yıpranmışlığa  çare olacak sanılıyor. Üstelik buna razı olur görünen siyasetçiler bunu bir fırsata dönüştürme telaşında. İktidar kanadındaki ortaklarıyla iyi geçinme görüntüsü kimseye hatta başta Kürt seçmenine bile fazla güven vermese de.

Bu duruma bakarsak Adalet Bakanına göre her şey kuralına göre işliyor denebilir. Suçlu varsa yakalanır, bağımsız mahkemelerde yargılanır... Partiye önce kayyum ataması yapacaklar, bir süre gelişmelere bakıp muhalefet partisinin zayıflamış haline denk düşürüp  uygun bir erken seçim tarihi belirleyecekler.

Şimdi bu gelişmelere bakıp, zaten her şey dış odaklı bir proje olarak  planlandığı gibi oluyor diyenler de olacaktır.  Bu yaklaşımın da getirisi kurulmak istenen rejiminin işine yarayacaktır, böyle bilinsin. 

Bir çıkmazdayız düşüncesinin ürettiği çaresizlik ve yılgınlık en çok bunu yaratanları sevindirecektir. Yaratılan güvensizlik teslimiyete dönüşen baştan kabullenilmiş bir yenilgiye zemin hazırlar...Tercih bizlere kalmış. Ya üzerimize atılmak istenen ağın içinde yaklanmış halde  kalacağız ya da bu oyunu bozacak cesareti gösterip hayır diyeceğiz.

Kurtuluş tek başına değil sloganı boşuna atılmıyor. Dibe vurduk ama bunun cesaret birikimine yol açtığını,  gücümüzü göstermeyi sağlayacağını unutmayalım. Başaramazsak Azerbaycan örneği ortada! Ya o ya da özgür ve demokratik bir Türkiye!

CHP'NİN DURUMU

 Sözüm biraz da CHP'ye olacak. Şimdi sırası mı demeyin. Evet tam sırası, çünkü gelinen noktada  bitişin eşiğine gelmişsek her şey konuşulmalı. 

Dikkat edin iktidar cenahından gelen saldırılarda  kullanılan  köhnemiş unsurlar sapır sapır dökülüyorlar karşımızda. Aydın örneğinde gördük. Şimdi  partinin başına bir zamanlar  büyük umutlarla getirilmiş bir Kılıçdaroğlu vakası var. Gösterdiği tavır ortada. Bu adama iki sene öncesine kadar  kurtarıcı  gözüyle bakılıyordu değil mi? Yenilgiden sonra kurultayda başka bir yörüngeye giren partisine karşı aldığı düşmanca tavır yetmedi, şimdi de iktidarın hoşuna gidecek hazırlıklar peşinde. Partide yıllarca üst görevlerde siyaset yapmışken, atamayla gelmeyi benimseyecek  kadar onursuz kalmış biri de onun önünü açıyor...

Bütün bunların CHP'de yaşanıyor olması elbette tesadüf değil. Bir süredir CHP farklı bir tonda siyaset yapıyorsa içindeki bu türden faydasız unsurların eskisi kadar etkili olmamasındandır. 

CHP  köhne yapıdan nasıl tamamen kurtulur derseniz bu bir çok soruyu barındırır içinde. CHP, baba ocağı  deyip kimlerle doldurulmuş yıllardır bilinir. Kendini daha 1980 darbesi sonrası yenileyecek bir ivmeyi yakalar gibi olmuşken elinden kaçırmıştır. SODEP, Halkçı Parti, DSP arayışları boşuna değildir. Bütün bunlar temelde aynı sıkıntıların bir ürünü sayılır. Ama sonunda baba ocağı hep CHP kalmıştır. 

Şimdi kökten bir yapısal dönüşümün eşiğine gelinmiş gibidir. Siyaset yapma zemininde değişen koşullar partiyi dinamik bir sürecin içine zorluyor artık. Bunu görüp anlatan da var anlamayan da. CHP şimdi eskiye göre daha demokratik işleyen bir süreçle  tabanından başlayıp toplumsal aktivitesini

 ve pozisyonunu gözden geçirmek zorunda. Tarihsel birikimini kullanırken yenilenmiş hedeflerle  siyaset yapma biçimini daha evrensel bir sosyal demokrat sol kalıba dönüştürecek ya da eski haline saplanıp kalacak. 

Yeni bir program ile toplumsal dönüşümün ufkunu belirleyecek ama bir yandan da yapısal olarak buna uygun radikal bir  dönüşüme de kapı aralayacak. Delege sistemindeki kötüye kullanımları göz ardı etmeyecek mesela...Kamu  eksenli bir planlama gibi ekonomik alternatifler getirecek mesela...

Chp içindeki  hurdalaşmış sayılacak unsurlardan kendini temizlerken  yaşanmakta olan rejim krizine de bir çare olacak. Türkiye'de sosyalist solun zayıf kalmasından doğan  boşluğu dolduracak şekilde  kitlesel bir desteği arkasına almış bir sosyal demokrat siyasetin zamanı şimdi. Başarırlar ise Türkiye  de kurtulur.

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...