27 Mayıs 2022 Cuma

KABAHATİN ÇOĞU SENİN KARDEŞİM!


70'lik bir rakı gibisi yok! Çok değerli, çok pahalı! Yanına yaklaşılmıyor yıllardır. Onu bir zamanlar yanınıza alır, birlikte dost sohbetlerine katılırdınız. Artık sizinle gelmiyor. "Beni yok varsayın, gelemem" diyor kibarca..."Kusura bakma arkadaş" diye de ekliyor.


Anlıyorum onu. Dün duydum en son, iyice değerlenmiş. "Kabahat bende değil, ekonomiyi yanlış yönetenler düşünsün" diyecektir muhakkak.  Ona kızamıyorum. Hatta bir ara bana küs olmasını da olgunlukla karşılıyorum. Değerini bilmeyip, yalancıktan bir benzeriyle oldum bir zamanlar. Gülmüştü bana! "Anlayacaksın, anlayacaksın" diye parmak sallamıştı uzaktan. Haklıydı. Ne hallere düşmüştüm! Sadece ben mi? Hala aynı hatayı yapan dostlarım, tanıdıklarım var. Yapmayın, etmeyin desem de söz dinletemiyorum kimseye. Hiç olmazsa onun adını kullanmayın diyorum, dinlemiyorlar.


O asil duruşu yok mu? Binlerce yılın deneyiminden süzülerek karşıma kurulup geçmesi yok mu? Hangi şarkılar diyeceğim, hangi aşklar. Ver elini gidelim diyeceğin yerlerde hep yanında götürdüğün o dost sıcaklığı, ne kadar özleşmişiz diyerek sarıldığımız anlar, hiç unutulur mu? O hafızamızda yer eden bütün hikayelerimin tanığı, hata özeti gibi değil mi? Hepimizin hikayelerinde olduğu gibi...


Artık hatırlamak bile ağır geliyor insana. Bakın, bir insana yapılacak en büyük kötülük nedir, bilir misiniz? Hafızayı yok etmektir! Evet, aynen öyle...İnsan  belleği ile bu günü yaşar, anlamlandırır, hayata katılır. Tersi, korkunç bir yalnızlıktır. Kendinden koptun mu;  komşundan, dostundan, en yakınındakinden bile kopar insan. Çünkü hatırlamazsın. Daha kötüsü, yavan bir yaşamdır katlandığın. Ayaklarınızı sürte sürte yürür  gibi yaşarsınız. Doya doya sarılamazsın, gülemezsin, kahkahalar patlatamazsın. Yakışmaz sana! Nasılsın diye kimse sormaz sana. Sen de soramazsın.


İşte bir 70''lik derken değerli olan her şey gibi tadı tuzu kalmayan günlerin sayıklamasıyla yazdım bu satırları size. Ama!


... Boş verin bu yazdıklarımı siz.. Ben 70'lik deyince başka şeyler anlaşılacak yine.

Bu sıralar huysuzun, aksinin biri oldum. Kimseye derdini anlatamıyorum pek. 70'lik bir rakı  olsaydı yanımda, o anlardı beni.


... Eskiden olduğu gibi yanımda olsaydı,  asıl başka bir şey söylemek isterdim. Nazım Hikmet’in bir şiirini okumak isterdim ona. O hatırlar. Hani şu şiiri:


"Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

                                    senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

                      kabahat senin,

                                     — demeğe de dilim varmıyor ama —

                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"

diyen şiiri...

Tarihi Bir Gün


Bu gün tarihi bir güne daha tanıklık ettik.

3 saat süren kabine toplantısından dev bir adımın müjdesi çıktı.

İlgili bakanlar "Bu bizim için  küçük bir adım, ama insanlık için büyük bir adımdır" diyerek haberi duyurdular. 

Günlerdir merakla beklenen, ayağa yere basan bir karara göre;

gerekli şartları taşıyanlar arasından seçilmiş bir Türk genci 

Milli Uzay Programı çerçevesinde uzaya fırlatılacak. 

Fırlatılan gencin daha önce bir terör faaliyetine karışmamış ve okur yazar olması yeterli sayılacak.

Başvurular için süre kısıtlı olacak ve internet üzerinden yapılabilecek.

Bu projeyle gençlerimize yeni iş fırsatlar doğacağı söyleniyor. 

Bir yetkili "Hiç bir kayırmacılık yapılmayacağını garanti ediyoruz" sözü verdi.

Aynı yetkili "bu sayede yurt dışına beyin göçü yerine dönüş garantili uzaya adam fırlatma  dönemi başlayacak" diye konuştu.

Öğrenildiğine göre şimdilik uzaya 1 kişi gönderilecek.

Ilgi artarsa ihtiyaçlara göre sayı esnek tutulacak.

Fırlatmadan sorumlu çevrelere göre;

ileride "Git-Gez-Öde" yöntemiyle uzay turları da düzenlenebilecek.


Kabine toplantısı sonrası Cumhurbaşkan'ından şu resmi açıklama geldi:


"Bugün hedeflerimizden birine yönelik önemli bir duyuru var. Artık dünyada siyasi bağımsızlığın teknolojik bağımsızlıktan geçtiğini biliyoruz. Dünya düzeninin belirleyicisi konumundaki teknolojilerin her alanında proaktif bir Türkiye inşa ediyoruz. Uzay yarışında yer almak lüks değil bir mecburiyettir. Bu salondaki basın mensupları aracılığıyla bakan arkadaşlarım aracılığıyla birçok insan uzaya gitme hayali kurmuştur. Evet, artık o vakit geldi. Milli Uzay Programı’mız çerçevesinde bir Türk vatandaşımızın Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilmesi sürecini resmen başlatıyoruz.”

26 Mayıs 2022 Perşembe

Kış Ayvalık'a Yakışmaz

İki gündür kışladık buralarda. Hava ansızın soğuyunca dolaplardan kalın giyecekler çıkartıldı. Tedbirliyiz bu konuda. Geçen yaz da geç gelmişti sıcaklar, hatırlayın. Çarşamba sabahı muhteşem bir havada deniz kenarında güneşten korunmaya çalışırken şimdi odamda polar kazağımla oturmaya mecbur kalıyorum. Karşımdaki denizde ise kuzucuklar hala coşkulu. Belki bilmeyenleriniz vardır,  kuzeyden esen rüzgar hızlandığında denizin ustündeki dalga köpükleri çoğalır birden; burada buna kuzucuklar denir. Evim bir tepede, seyirlik bir yerde olduğundan  böyle havalarda rüzgarın şiddeti bu kuzucukların koşturmasıyla anlaşılır.


Ama Ayvalık'da kışın, yazları olduğu gibi yaşanmaz. Sıkıcıdır, insanı eve hapseder. Soğuk ve rüzgarlı geçen, boşalmış bir ada gibi oluverir birden. Zaten Ayvalık bir yarım ada olduğundan adalar sınıfına girer. Tek farkı kışları adayı karaya bağlayan kısım ayrılır, ada çıplaklaşır, yalnız ada olur. Yazın da tersi.


Bunu ilkin yeşil başlı yaban ördekleri fark eder. Havalar ısındımı sığ kıyılardaki kayaların etrafında usulca avlanmaya başlarlar. Karınları doydumu havalanırlar. Adanın bir başka yakasında çiçek açmış  Ilgın ağaçlarının gölgesindeki küçük gölde dinlenirler. 


Kış geldimi  fırtınasız yağmurlar beklenir sadece. Balikçılar açılıp bol bol balikla dönsünler diye; zeytinciler ağaçları  bol bol su alıp yaz sonunda iri zeytinler toplasınlar  diye.


Mevsimlerin dengesi insanları da etkiler burada. Hayallerinizi ekersiniz siz de. Yaza yapılacak işlerle dolar umutlarınız; beklentiler, hazırlıklar, planlar... Hayatınızı mevsimlere göre ayarlarsınız.


Ama Ayvalık yerlileri böyle düşünmezler pek. Onlar için biz dışardan gelenlerizdir hala. Gençleri böyle düşünmeseler de...


Eski ayvalıklılar ki hepsi mübadelede göç edenlerdir, hala geldikleri yerlerin hatıralarını anlatırlar bizlere. Artık hayatta çok azı kalmış büyüklerinden dinledikleridir bunlar da. Biz onları dinleye dinleye acilarını anlamaya çalışırız sadece...


Belki içlerindeki yaşlılar bizim gibi bakmazlarken denize, kötü anılar tazelenmesin diye mi düşünürler, bilinmez.  Denizi arkalarına alıp, bizlerin yaptığının tam tersine, sahildeki banklarda kara yönüne bakarak otururlar.


...Kuzucuklara bakarken bunlar geldi işte aklıma. Kışlanmak Ayvalık'a yakışmıyor aslında. Bakalım, meteorolojiden iyi haberler alırsak kaldığım yerden devam ederim yine...

BAHÇEDE SAVAŞ VAR


Bahçemdeki otların hali  fena halde canımı sıkıyordu. Bütün kış yağan yağmurla beslenen topraktan aldıkları güçle boylanmışlar, adeta göğe doğru fışkırmışlardı. Birbirlerine hiç ayrılmayacak gibi  kaynaşmış, bana karşı düşmanca birleşmişlerdi. İsimlerini hiç bilmediğim,  kiminin  dikensi sivri yaprakları olan, uçları püsküllü çiçekleriyle rüzgarda uçuşan, keyifle sallanan bir bitkiler cümbüşü adeta bana meydan okurcasına ayaklanmışlardı. Zavallı, geçen yaz bin bir emekle biçip adam ettiğim bahçeme yaz bittiğinde  ben ayrılıp gidince yeniden sahip olmuşlardı. Sadece onlar mı? Kök saldıkları kireçli, kaya sertliğindeki toprağın içine işleyerek yarattıkları derin oyuklarda türlü türlü böceklerin çoğalmasını da sağlamışlardı. Şimdi işbirliğine bu canlılar bir olup katılmışlardı. Toprağın dipleri bunlarla doluydu. Bütün bu canlılar topluluğu yokluğumu fırsat bilip bana karşı savaş açmışlardı sanki. Sessiz mi kalacaktım, görmemezlikten mi gelecektim bu başıboşluğu? Beni ne sanıyorlardı?

 

Bu işe kökten bir çözüm ne olur  diye danıştığım bahçe komşum, halime acıyarak bakarken  kendi yöntemini de anlatmaya çalıştı. Ona göre yapılacak iş çok basitti. Otların  yok edilmesi için en köktenci çözüm zehir kullanmaktı. Evet,  topyekûn bir savaş!

 

Doğru söylüyordu, her yaz başında çılgınca bahçeyi saran bu ot anarşisinin önüne başka türlü geçmeyecektim. Komşumun adını verdiği botanikçi aynı zamanda çiçek sever bir ziraatçıydı. Onda en etkili zehiri bulabileceğimi söyleyince rahatladım. Hemen dediğini yaptım ve ziraatçıdan öğrendiğim  gerekli bilgilerle - yani kuşandığım silahlarla- koşa koşa eve döndüm. Ama eve sokmadan,  zehir ilacını kimsenin eline geçmeyecek şekilde gizli bir köşeye sakladım. Bizim bahçede kedi köpek boldur. Onların bizi bahçede üreyen farelerden ve eve kışın girebilecek hırsızlardan koruyabilmeleri için hayatta kalmaları gerekiyordu. Zehire ulaşmamaları için erişemeyecekleri yükseklikte asılı duran bir alet çantasının içine gizledim zehir kutularını. Artık işe başlayabilirim.

 

Ziraatçının tavsiye ettiği şekilde rüzgarsız  ve yağışsız bir sabah erkenden kalkıp  harekatı  başlattım. Ağzımı burnumu bir maskeyle kapattıktan sonra aldığım zehir tozlarını kuşanıp bahçeye fırladım. İlacı fazla havalandırmadan yaban otlarının üzerine serptim. Bütün bahçeyi böyle taradıktan sonra bir kaç gün ölmelerini beklemem gerekiyordu. Öyle yaptım.

 

Bir sabah balkonda rengarenk açmış  çiçeklerini özenle sulayan karım yorganımı çekerek beni uyandırdı. Kalk, dedi, bak bahçede neler olmuş. Heyecanla uyku sersemliğimi üstümden atarak ayaklandım, balkona koştum. Evet, doğruydu. Koca bahçede bütün istemediğim bitkiler ansızın sararmışlar, boyunlarını toprağa doğru büküp kaderlerine razı olmuşlardı. Zafer benimdi. Bundan sonrası artık daha rahat olacaktı. Aynı gün gündelikçi iki kadın işçi ayarlanıp, üzerlerinden tırmıkla geçilecek ve ortaya bahçemin görmeye özlediğim yüzü çıkacaktı.

 

Çalışmalar planladığım gibi gittikten sonra yapılacak iş, otlardan kalan boşluğun nasıl doldurulacağıydı. Bu konuda komşumun bahçesinde henüz başlamış bir faaliyet yoktu. Fakat muhakkak bir bildiği vardı. Sorup öğrendiğimde biraz keyfim kaçmış olmakla birlikte yapılacak başka bir şey yoktu. Ya bahçeyi olduğu gibi betonla kapatacaktım ya da üstünü  dışarıdan getirdiğim  havalanmış yeni bahçe toprağı  ile örtecektim. Dikmek istediğim süs bitkilerim için yine aynı ziraatçıdan temin edilecek güçlendirici vitaminlere de ihtiyacım olacaktı. Yeni fidelerin ekilmesi için geç kalınmış olmakla birlikte bu mevsimde hemen kök tutacak küçük menekşeler, petunyalar  falan bulabilirim. Ne yapalım, başa gelen çekilecekti. Düşman otlardan kurtulmak avunmam için yetiyordu.

 

Öyle yaptım, bahçemdeki  zararlı canlıların kökünü kazıdıktan sonra artık rahat uyuyabilir, kendimle övünebilirdim. Bahçenin son halini gören komşulara  galip bir komutan edasıyla bunu nasıl başardığımı anlattım.  Bana yardımcı olan komşum, geç bile kaldın dostum, baş edilmez bunlarla, çekip vuracaksın, dedi. Çok haklısın, dedim. Artık savaşmayı öğrenmiştim.

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...