24 Ocak 2025 Cuma

İLİKLERE İŞLEYEN BAŞKA BİR SOĞUK


 

Aklım yanan otelin bitişiğinde kayak alanındaki görüntülerde bir yandan da. Yangın olup bitmiş ölen ölmüş, eğlenmeye devam dercesine başkasının acısına yüreğini kilitlemiş keskin bir umursamazlık iliklerimizi donduruyor!

Sadece bu değil elbet...

İnsanlar cayır cayır yanıp dualarla yolcu edilirken arkasından  sorumlular hakkında süregelen akıl almaz tartışmalar da kanımızı donduruyor.

İktidar medyasında başlayan çirkin iftiralar komedi düzeyinden çıkıp bir trajediye evriliyor.

İlgili bakanın yangından hemen sonra yaptığı açıklamalar ölenlerin yakınlarını teskin edeceğine toplum vicdanını yaralayan,  tamamen kendisini korumaya yönelik suçlamalara dönüşüyor. Arkasından da olayın tek suçlusu yangına yetişen itfaiye müdürü ve bağlı olduğu belediye başkan yardımcısı oluyor. 

Uzaktan bizim ülkemizde olup bitenlere bakanlar hakkımızda nasıl bir not veriyorlardır acaba? 

Ben utanıyorum; sebep olanların görevini yapmayıp başkasına çamur atmayı marifet sayanların bulundukları mevkileri kirlettiklerini ve suç işlemeye devam ettiklerini düşünüyorum. Onlar kamu vicdanında yargılanırken devletin kurumsal gücünün de bu vicdanı temsilen görevini yerine getirmesini bekliyorum. Normal olanı budur. Ama gelin görün ki hala suçluyu yakalama değil suçlu yaratma telaşında olan bir zihniyet ile karşı karşıyayız! 

Bu anomali ile yaşamamız mümkün değil. 

Çözümü idrak edecek kararlı bir iradenin sesini çıkarması olanlara seyirci kalınmaması gerekiyor. Türkiye bu hendekten atlamak zorunda...

22 Ocak 2025 Çarşamba

TRUMP HEYHULASI







Dünyamızın ve elbette ki ülkemizin başında bir Donald Trump heyhulası dolaşıyor. Daha şimdiden dünyada alarm zilleri çalmaya başladı bile. Trump, Panama Kanalı'nı ve Grönland'ı ele geçirmek için Amerikan askeri gücünü kullanmayı reddediyor ve ekonomik güvenliği önemli bir faktör olarak gösteriyor.


Trump, bir muhabirin sorusuna yanıt olarak, "Bu ikisinden herhangi biri hakkında sizi temin edemem" demiş. "Ama şunu söyleyebilirim, ekonomik güvenlik için onlara ihtiyacımız var." Diyor...


Bu sabah da bizi ilgilendiren konuşmasında Türklerle Kürtllerin 2000 yıldır birbirleriyle  düşman olduklarını söyleyeverdi. Erdoğan ile sıkı dost olduklarını da ekliyordu ayrıca...Bilmiyorum ne diyeceksiniz ama bu Tramp'dan ben çok kıllandım yine!  Bizi yönetimin bölgesel zaaflarını kullanarak  bir ortadoğu çıkmazına sürüklemesinden korkulmalı, mesela muhtemel bir İran -İsrail savaşında olacağı gibi...Çok uyanık olunmalı.


Kuzey Suriye'de pazarlıklar nasıl sonuçlanır, Türkiye tarafı nasıl ikna edilir bilmiyorum ama bu iş halklar arasında kalıcı ve demokratik esaslarla şeffaf şekilde TBMM zemininde  siyaseten çözülmezse sınırlarımızın dibinde pkk terör tehditi bitmez. Başımız beladan kurtulmaz. Her şeyi İmralı pazarlığı ekseninde hallederiz düşüncesi korkulur ki bir hayal kırıklığına yol açacak..Kimleri kastediyorum tahmin edin, isim vermiyorum. Müzakere ediyoruz derken el sıkışmaya teşne  bazı kürt siyasetçileri bunu da dikkate alsalar keşke.

TAŞLAR YERİNE OTURDUKÇA

Devlet Bahçeli beyin, takvim yaprakları 21 Ekimi gösterdiği "tarihi" günde Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Şayet terörist başının tecriti kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin.” derken ne demek istediğini şimdi yeniden sormanın zamanıdır. 


O günden bu güne burada verilmek istenen mesajı konuşaduralım, bu arada geçen zamanda Suriye'de Halep Şam çizgisinde yaşananları adım adım izlerken olayların bize öğrettiklerini üstüne katarak geldiğimiz noktada bu gün neleri tartıştığımızı bir düşünelim. 


Bahçeli'nin çıkışının nasıl bir sürecin işaret fişeği olduğunu artık daha net görebiliyoruz. Taşlar yerine oturdukça...Türk Ordusu'nun Suriye'de Esad'in Esed olduğu günlerden başlayarak bu topraklara ne amaçla gönderildiğini hatırlayalım:

Orada yaşanan kargaşa ve isyan sonrası patlak veren suriyeli geçişlerini kontrol altında tutmak görüntüsü altında, yine orada hakimiyeti günden güne artmış bir kürt devleti oluşumuna rahatsızlık nedeniyle bulunduğumuzu ve bunun Esad ile bitmeyen sürtüşmenin devamında kalıcı hale geldiğini, şimdi Suriye parçalanmak yerine yeni bir merkezi devlet olmaya doğru giderken hala oralarda nasıl kalabileceğimizi, gücümüzü birilerinin enselerinde hissettirme kararının elbette bir devlet aklıyla olabileceğini anlamak lazım...


Bahçeli'nin bütün bu süreci  tek  başına bilen birisi olduğunu sanmıyorum. Suriye'de olup bitenlerin değişim ivmesi beklenenden hızlı olmuş olabilir  ama öncesinde bu noktada bir sorun düğümü olabileceği her halde biliniyordu. 


Şartlar değişmiş, boşluklar doldurulmuş, güçler konumlanmıştır yeniden, şimdi yapılacak olan ben mi sen mi pazarlığına sıra gelmiştir. ABD, İsrail ve Türkiye arasında bir Suriye dengesi uzun vadedeye yayılacak şekilde nasıl sağlanır?

Bütün bunları yaparken bölgede en yoğun Kürt nüfusun yaşadığı Türkiye  gardını alarak, ordusunu oradan çekmek zorunda kalacağını bildiğinden terör unsurlarını zayıflatmak üzere hamlelerini hayata geçirecektir. Burada Bahçeli'nin üstlendiği görev ile siyasi gücünü kaybetmek istemeyen  yönetimin  taktiksel duruşu da önemlidir. Hepsi bütünün bir parçasıdır. Şimdi başlatılan adımlar bir barış sürecinden farklı bir seyir izleyecektir. Süreç bu nedenle şeffaf değil kapalı kapılar ardında yaşanacak, adımlar ona göre şekilllenecektir. O nedenle bu gelişmeler yaşanırken hukuk ve demokrasi zemininde ilkesel bir bütünlük göremiyoruz, bir yanda terörist başı ve yandaşları diyerek birileri  hedef alınırken bir yandan da bu sıfat ile yaftalanmış kişilerle oturup görüşmeler yapılabiliyor.  


Kürt sorunu nasıl çözülecek, bu yoldan gidilirse sonuç ilerde daha çok çıkmaza girer  diyerek ince hesaplar ve çareler düşünülüyor mu?

Bunları Kürt sorununu çözelim diye  işe koyularsanız düşünürsünüz, silahları gömsünler hele yoksa hakkınızdan gelmesini biliriz tehditi daha önceki barış sürecinde hiç yaşanmadı. Demek ki durum farklı şimdi...


Niyet farklı ama muhatapları da pek değişmemiş. Dün akşam DEM partin eş başkan yardımcısının konuşmalarından böyle anlıyorum. Onların gözünde bu yaşananlar bir müzakere süreci...Belki kendileri açısından başka yapılacak bir şey yok! Öyle mi olmalıydı? Orası muamma. Yaşayıp görülecek...


Ancak şimdilik son söz olarak CHP'nin bu sürecin içinde proaktif bir rol takınmağını da hatırlatmakta fayda var. Oysa şimdiye kadar yaptıkları, konuştukları şehit aileleri ne diyecek vurgusundan öte bir şey değil. Tamam burada ne demek istendiği belli ama sen bu görüşmeler nasıl doğru mecraya dönüştürülür, olması gereken olumlu, gerçekçi, ilkeli bir çözüm yolunda gidilir mi ondan haber ver?

GERÇEKLE ŞÜPHE ARASINDA

Şu yaşananları hatasız, net bir duruş sağlayacak bir noktaya gelerek anlamak ne kadar zor olacak değil  mi? 

Şimdiye kadar konuşulanları elekten geçirdiğinizde yere dökülenlere bir bakarsak; önce CB Erdoğan'nın iktidarda kalma hamlesiyle paralel  Suriye'de emperyal güçlerin pişirdiği bir oldu bitti ile başlayan yeni Suriye devleti oluşumunda özellikle Fırat'ın doğusunda Kürt Bölgesindeki  değişimlere hazırlıklı olma refleksi ağır basıyor. 

Bunun yarattığı endişleri bertaraf edecek bir silahsızlanmayı sağlamak üzere Öcalan faktörünü devreye sokmak; hem Suriye kahramanı olmak hem de PKK'yı dize getirmek; böylece İç siyasette kürtlerle  bir diyalog zemininde güçlenmiş taraf olarak yeniden masaya oturmak; ama bunu herkesten saklı ikili beklentiler düzeyinde tutarak, asla bir barış süreci kıvamına getirmemek...

Sanırım buraya kadar bir anlaşılmayan bir şey yok. Sorun bundan sonra başlıyor...Bunların ne olduğunu bilmiyoruz henüz. Ama burada bir nokta koyup şu Bahçeli beyin ustalık eserim diyeceği Öcalan manevrasını çok geriye gitmeden 2019 eçimleri öncesinde yaşananlarla bir mukayese edin isterim. 

Hatırlayacaksınız. İmamoğlu’nun 31 Mart 2019’da 30 bin farkla kazandığı İstanbul mahalli seçimleri, siyasi tabloyu görmek bakımından önemlidir:( Burada ben bir şey yazmayacağım, sadece Taha Akyol'un yazdıklarını kullanacağım)

"9 Mayıs: YSK İstanbul seçimlerini anlaşılmaz gerekçelerle iptal etti.

6 Haziran: Binali Yıldırım Diyarbakır’a gitti, TBMM kurulurken Atatürk’ün davet ettiği mebuslar arasında ‘Kürdistan mebusunun da olduğunu’ söyledi. Gerçi ‘Kürdistan mebusu’ kavramı yoktu ama Yıldırım İstanbul’daki Kürt oylarını almak için mesaj veriyordu.

20 Haziran: Akademisyen Ali Kemal Özcan, İmralı’da Öcalan’ın “seçimlerde tarafsız çizgide kalınmasını” isteyen mektubunu açıkladı.

22 Haziran: TRT Kurdî’ye çıkarılan Osman Öcalan, İmamoğlu’nu ve CHP’yi eleştirdi, ‘Kürtler için projesi yok’ dedi, HDP seçmeninin İstanbul seçimlerinde “tarafsız” kalmasını istedi."

Nasıl hatırladınız mı o günleri? Öcalan seçimlerde İstanbul yenilgisini sağlayacak bir tarafsızlık duruşu sergilemiş ama işe yaramamış, İstanbul'da kürt seçmenler İmamoğlu’nu desteklemişerdi ikinci turda. Erdoğan,  bu konuda  yanılmış, Öcalan'ı konuşturma  fırsatını iyi kullanamamıştı...Neyse ki İstanbul'da  kaçan bu fırsat daha sonra 2023 seçimlerinde Kandil fotoğrafları devreye sokularak siyasi rakiplerine yapılan malum yakıştırmalarla telafi edilmişti. PKK ve Öcalan kullanışlı bir iç siyaset  aleti olarak işe yaramıştı yine, seçim kazanılmıştı. Şimdi de "eli kanlı terör işbirlikçişi" olma gerekçesiyle kayyum atanarak görevden alınan  Ahmet Türk ile  görüşme heyeti üyesi olarak el sıkışmak benzer bir yöntem sayılmaz mı? 

Bütün bunlar, benim kürtlerle başlayan yeni bir açılımın olduğuna dair beklenti ve  tahminlere şüpheyle bakmamı sağlıyor. Bütün meseleyi Öcalan üzerinden yürütülen bir silah bırakma planı olarak ele alıp, sınır ötesi bir bölgede, Suriye'deki gelişmeleri iç siyasette yararlı bir fırsata dönüştürmek ne kadar kalıcı sonuçlar doğurur doğrusu anlamıyorum. Kürtlerle kalıcı bir barışı ve kardeşlik ilkesine dayalı adaletli bir zeminde Türkiye uzlaşısını arzulamak hepimizin hakkı değil mi? Hiç bir partinin bunu kendisini avantajlı konuma getirecek bir siyasi malzeme olarak kullanmaya hakkı yok. 

Şimdi konuşanlara yeniden başka bir gözle bakmaya çalışalım.

Ama bu günlük yeter, kalın selametle...

ERGENEKON NEYİN KAVGASI

 Türkiye bir süredir Ergenekon Davası ile çalkalanıyor. 2009'da ülkemizde doruğa çıkması beklenen krize bir de siyasal bir kriz eklenecek gibi gözüküyor. Ergenekon olayı solun bir bölümünce "devletin içinde egemenler arası bir iç hesaplaşma" olarak görülmüştü. BirGün gazetesinde manşetten dile getirilen "Yiyin Birbirinizi" yaklaşımı solun her zaman olduğu gibi hayatın kenarında kalmasının başka bir örneği olarak hafızalara yazılmıştı. Buna karşılık sol liberal çevreler bu konuda ilk başlarda iyimserliğe kapılarak AKP'nin statükoyu sarsacağını ve askeri-bürokratik baskıcı-emredici otoriter yapıyla bunlar etrafında şekillenen devletçi ideolojiye darbe indireceğini düşünmüşlerdi. Sonuçta toplumun bir bölümü Ergenokon yapılanmasına karşı durup bunu demokratik açılımın umut verici bir etabı olarak görürken diğer bir bölümü; ulusalcı, kemalist reflekslerle bilinen geleneksel duruşlarını gösteren çevreler ise bu gelişmeleri laikliğe ve Cumhuriyetin temel kurumlarına karşı bir mücadelenin adımı olarak değerlendirdiler. Bunların dışında kalan bağımsız aydınlar ve yazarlar ise Ergenekon gerçeğinin derin devlet ve silahlı çeteler arası ilişkiler ağı içinde ele alınarak uzunca süredir sahnelenen alışılmış entrikaların ve provokasyonların hukuk devleti gücüyle engellenmesini savundular ve gerçek demokrasinin sağlanması açısından bu soruşturmaya, AKP'nin laiklik karşıtı beklentilerini ayrı tutarak, tarihsel süreç açısından olumlu baktılar. Ancak Ergenokon soruşturması sırasındaki hukuki gariplikler, genişleyen tutuklamalar, ilgisiz gibi görünen olay ve kişilerin yan yana getirilmeleri bu soruşturmaya karşı kamuoyunda güvensizlik duyulmasına yol açtı. Son gözaltına alınmalar, CHP liderinin ifadelerinde de yansıdığı üzere, toplumda bir infialin şiddetlenmesine yol açtı. Kısaca ülke siyasal anlamda ekonomik kriz yanında başka bir kaosa doğru süreklenmeye başladı.


Soruşturmanın hukuki dayanaklarının anlaşılması hiç şüphesiz suçluların ortaya çıkartılması, adam öldürme, bombalama gibi gözle görülen işlenmiş suçların faillerinin bulunmasına hizmet edecek ve bu tür eylemlerde devlet adına hareket edenlerin artık bir daha tekerrür etmeyecek şekilde engellenmesini sağlayacaktır. Bu konuda olgunlaşacak tepkiler ve duyarlılığın artması demokrasinin derinliği açısından elbette önemli. Bu olayın çeteleşme, cinayet, sabotaj gibi iddianamede detaylarıyla işlenen genişletilmiş örgütsel bağlantılarının ortaya çıkartılması dışında yakın tarihimizin en ciddi bir sayasal hesaplaşmasının da konusunu teşkil etmesi, yeni bir siyasal sürecin de başlangıcında olduğumuz iyimserliğini uyandırmaktadır. Ancak burada kafaları karıştıran, bu hesaplaşmanın hangi taraflar arasında başlayan bir süreç olduğunun hukuk ve demokrasi ilkeleri açısından verilecek yanıtıdır. Bunun için biraz geçmişe bakıp, devlet-siyaset yapılanmasıyla içi içe çalışan yakın tarihimizdeki darbelerin hatırlanması yeterli: 27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül-28 Şubat müdahalelerini yaşatan sosyal kırılma, sınıfsal çatışma, yönetenler açısından siyasi boşluk, statükoculuk, korumacı zihniyet, ordunun ağırlığı, halksız siyaset, devlete tabilik gibi sıralanacak sosyolojik ve tarihsel etkenlerin hazırladığı etkileşim halkalarına bakıldığında içinde bulunduğumuz karmaşık yapının anlaşılırlığı nispeten kolaylaşır. Unutmayalım ki, bu ülkede ihtilal yapılması için ana muhalefet liderinden onay isteyenler; demokrasiden umudunu yitirip silahlı bir müdahale ile toplumcu bir devrim yapmak isteyen sivil-asker oluşumlar; sınıfsal çatışmaların tırmanmasından ürkerek statükonun devamını üstlenen işbirlikçi darbeci zihniyetler de olmuştur ve siyasetin bir türlü normalleşemediği bir toplumda bu tür müdahaleler siyasal hayatımızın “olağanlaştırılması” adına çözüm olarak görülmüştür.

Yaşam tarzı dönüşüme uğrayan, modern siyasal yönetim araçlarını çalıştırmakta sorunlu olan; derinleşmemiş bir hukuk sistemini uygulamakta zorlanan; demokratlık, sınıfsal haklarını, eşitlik, adalet, özgürlük temelinde toplumsallaştıramamış olan; örgütlülük, hoşgörü, eğitim, kültürel donanımlar gibi beceri ve özellikleri yeteri kadar içselleştirmemiş bir toplumda kakofoniyi andıran bir karmaşadan kurtulmamızın çok güç olacaktır.

Yaşananları anlaşılır kılmak için bu güne kadar toplumsal hafızamıza yerleşmiş ön kabullerden kurtulup, eksikliklerimizin üstüne nesnel bir analizle gitmeliyiz:
Öncelikle, içinde yaşadığımız toplumun demokrasi tarihinin önümüze getirdiği engelleri aşmak zorundayız. Demokrasiyi devletin vatandaşına sunduğu bir lütuf olarak değil tabandan gelen mücadelelerle güçlenerek meşrulaşmış, eşitlikçi ve özgürleştirici haklara dayanarak işleyen toplumsal yaşamın temel ekseni olarak göremediğimiz sürece bu tarz yasa dışı eğilimlere engel olamayız. AKP yerine bu ülkede- çoğumuza hala hayal gibi gelse de- demokratik sosyalist bir iktidar olsaydı onun başına gelebilecek olan benzeri komplolara direnebilmenin de yolu budur.

Öte yandan, Ergenekon soruşturmasının beklenen sonuçları itibarıyla mevcut iktidarın tarihsel karşıtlarına karşı bir üstünlük kazanma, meşruluğunu güvence altına alma, siyasal ağırlığını toplumun inanç sistemlerindeki beklentileri üzerine kurma iradesi gibi tartışma götürür eğilimleri olması bu davadan umulan sonuçların zayıflamasına neden olmaktadır. AKP iktidarının meşruluğunu geleneksel yapıya karşı savunma güdüsünün uzantısı sayılacak olan hukuk savaşı, öte yandan siyasi mevzilenme açısından kendisini güçlü kılacak kamusal desteğinin de temellerini oluşturmakta, kaçınılmaz şekilde siyasal güçlenme manevrasına dönüşmekte; AKP iktidara gelmesiyle başlayan siyasetin yeni güçlerine karşı duyulan güvensizlik, böylesine bir temizlik harekatında olması gerekenin tersine hafızalarda silinmeyen endişelere yol açmakta, soruşturma amacıyla yürütülen kimi operasyonlar toplumda şüphe ve tepkiyle karşılanmaktadır. Toplumun sosyal altüst oluşunun şekillendiriği yeni şehirli sınıfların biçimlendirdiği siyasallaşma ile bu süreçten tedirginlik duyan geleneksel sosyal katmanların destek verdiği eskimiş otoriter-kurtarıcı yapıların çözüm arama tarzları arasında derinleşen kırılımın bunun en temel nedeni olduğunu söylemek gerekir. Bu kırılımın açığa vurulması, şimdiye kadar faaliyetleri derin devlet güçlerince gizli bırakılmış suç örgütlerinin üzerine gitmekten çekinmeyen AKP iktidarının bir yandan elini güçlendirirken diğer yandan inandırıcılığını kanıtlanması açısından demokrasi açılımında da beklentilerin yükselmesine yol açmakta.

Aydınlatılamayan Susurluk olayı, Hizbullah-derin devlet ilişkileri, Üzeyir Garih cinayeti, Danıştay-Cumhuriyet baskını, Hrant Dink cinayeti gibi bir sürü kirli işlerin faillerinin AKP iktidarına tahammül edemeyen bir takım muhaliflerle bir arada yargılanmaya başlanması bu sürecin hukuk yönünü zayıflatarak siyasal bir mevzilenme ve gündem yaratma arzusunu akıllara getirmektedir. Bunun yerine Cengiz Çandar'ın dediği gibi Ergenekon iddianameleri “sadece araçlara değil, ‘amaç'ı ortaya çıkaracak şekilde hazırlandığı ve iddialar maddi bulgularla desteklendiği ölçüde ikna edici ve etkili” olabilecektir.

Bu gelişmelere ana muhalefetin bakışının ise atılan adımların hukuk ve demokrasi açısından yeni bir yapılanma, tehditlerden arınma, siyasal anlamda temizlenme fırsatı olarak görülerek hukuka sahip çıkılması yerine taraflardan birini şartsız savunmak olması karamsar olmayı gerektiren diğer bir unsurdur. Yanlışlara yanlış politikalarla yaklaşma ne yazık ki bir anlamda ülkede siyasal muhalefet boşluğunu yaratmaktadır.

Bu entrikalar ve siyasi hesaplaşmalar zincirinden bu tarz yaklaşımlarla kurtulmamız ve demokrasiyi sağlam bir zemine oturtmamız mümkün değildir. Bunu sağlayacak güçlerin hiç biri mevcut siyasi kurumların içinden çıkacak gibi gözükmüyor. Tek umudum parlamento dışında kalan çoğunluğun bu hesaplaşmaları doğru tahlil edip, aldatılmak istenmediklerini yüksek sesle söylemeleridir. Halksız siyasetin oyuncularına kendi çıkarlarına göre gündem yaratma, haber kirliliği yayma, beyin yıkama fırsatı tanımazsak, bunun için el birliği ile gerçek demokrasinin bilincini yaymaya, siyasal muhalefetin asli unsuru olduğumuzu her alanda göstermeye çalışırsak bu hesaplaşmaların yapay çizgisinden ülkemizi kurtarabiliriz.

PARDON ÇOCUKLAR

 


Aşağıdaki adamın fotoğrafı gece uyumadan önce bakılacak bir görüntü değil hiç şüphesiz! Ama bu Pazartesi gecesi TS itibariyle 20'de başlayacak yemin töreninden sonra gündüz de olsa fark etmez, bay Trump bütün dünyanın uykusunu kaçırmaya geliyor, bundan emin olabilirsiniz. 

Bu yemin sonrası dünyayı nasıl günler bekliyor sorusuna cevaben ben tören katılacak olanların listesini merak ettim. Çok şükür, Türkiye’den bir katılımcı adına rastlamadım. Neden böyle olduğunu merak edenlere de rastlamadım, tuhaf değil mi? Yakın müttefikimizin bu hayırlı gününde misafirler arasında bulunmayışımız, davet gelmediğinden mi yoksa başka nedenlerden mi, öğrenemedim.


Ama bir de Gemini'ye sorayım dedim, cevabı "beni bu tür sorularla meşgul etmeyin, siyasi konulara cevap veremiyorum" şeklinde oldu. Biliyorsunuz kendisi AI(yapay zeka) alanında bir otorite olarak hava basmaya meraklı biridir.  


İş yine basılı basına kaldı. Oradan aldığım bilgileri aşağıya koydum, okuyabilirsiniz. Tabii "beni yorma, canım sıkkın zaten" demiyorsanız. 


Yemin törenine İtalya başbakanı milliyetçi muhafazakar Meloni'nin yanı sıra, nefret söylemi nedeniyle mahkumiyetleri bulunan ve aşırı sağ "büyük ikame" teorisinin savunucusu olan ultra milliyetçi, yabancı düşmanı Fransız siyasi Eric Zemmour, Belçika'nın aşırı sağcı Vlaams Belang partisinden Tom Van Grieken ve Polonya'nın ulusal muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi'nden (PiS) Mateusz Morawiecki katılacakmış. 


Hey maşallah!


Almanya'nın aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin eş lideri Tino Chrupalla, İngiltere'deki göç karşıtı Reform Partisi'nin lideri Nigel Farage da törende bulunacaklar arasında. Ne kadar anlamlı bir beraberlik değil mi?


Trump destekçisi olan Macaristan'ın milliyetçi Başbakanı Viktor Orbán davet edilenler arasındaymış ancak kendisi törene katılmayacakmış. Galiba grip olmuş!

Ama şenliğe katılacaklar arasında Arjantin'in popülist lideri Javier Milei, törende yer alacakmış. Şenlik olur da Milei olmaz mı diyeceksiniz.


Görüldüğü üzere dünyamızda bu günün önemli bir başlangıca gebe olduğunu yazacak olan tarihin ilk sayfaları dolmak üzere!


Bugünden sonra doğacak olan çocuklar yetişkin sayılacak yaşlara geldiklerinde ben olmayacağım için ne dediklerini öğrenemeyeceğim, ama onlara sürpriz sayılacak güzel bir dünya bırakmadığımız için "pardon çocuklar" demeyi de içim sızlayarak şimdi söylemek zorundayım.

Pardon çocuklar!

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...