Devlet Bahçeli beyin, takvim yaprakları 21 Ekimi gösterdiği "tarihi" günde Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Şayet terörist başının tecriti kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin.” derken ne demek istediğini şimdi yeniden sormanın zamanıdır.
O günden bu güne burada verilmek istenen mesajı konuşaduralım, bu arada geçen zamanda Suriye'de Halep Şam çizgisinde yaşananları adım adım izlerken olayların bize öğrettiklerini üstüne katarak geldiğimiz noktada bu gün neleri tartıştığımızı bir düşünelim.
Bahçeli'nin çıkışının nasıl bir sürecin işaret fişeği olduğunu artık daha net görebiliyoruz. Taşlar yerine oturdukça...Türk Ordusu'nun Suriye'de Esad'in Esed olduğu günlerden başlayarak bu topraklara ne amaçla gönderildiğini hatırlayalım:
Orada yaşanan kargaşa ve isyan sonrası patlak veren suriyeli geçişlerini kontrol altında tutmak görüntüsü altında, yine orada hakimiyeti günden güne artmış bir kürt devleti oluşumuna rahatsızlık nedeniyle bulunduğumuzu ve bunun Esad ile bitmeyen sürtüşmenin devamında kalıcı hale geldiğini, şimdi Suriye parçalanmak yerine yeni bir merkezi devlet olmaya doğru giderken hala oralarda nasıl kalabileceğimizi, gücümüzü birilerinin enselerinde hissettirme kararının elbette bir devlet aklıyla olabileceğini anlamak lazım...
Bahçeli'nin bütün bu süreci tek başına bilen birisi olduğunu sanmıyorum. Suriye'de olup bitenlerin değişim ivmesi beklenenden hızlı olmuş olabilir ama öncesinde bu noktada bir sorun düğümü olabileceği her halde biliniyordu.
Şartlar değişmiş, boşluklar doldurulmuş, güçler konumlanmıştır yeniden, şimdi yapılacak olan ben mi sen mi pazarlığına sıra gelmiştir. ABD, İsrail ve Türkiye arasında bir Suriye dengesi uzun vadedeye yayılacak şekilde nasıl sağlanır?
Bütün bunları yaparken bölgede en yoğun Kürt nüfusun yaşadığı Türkiye gardını alarak, ordusunu oradan çekmek zorunda kalacağını bildiğinden terör unsurlarını zayıflatmak üzere hamlelerini hayata geçirecektir. Burada Bahçeli'nin üstlendiği görev ile siyasi gücünü kaybetmek istemeyen yönetimin taktiksel duruşu da önemlidir. Hepsi bütünün bir parçasıdır. Şimdi başlatılan adımlar bir barış sürecinden farklı bir seyir izleyecektir. Süreç bu nedenle şeffaf değil kapalı kapılar ardında yaşanacak, adımlar ona göre şekilllenecektir. O nedenle bu gelişmeler yaşanırken hukuk ve demokrasi zemininde ilkesel bir bütünlük göremiyoruz, bir yanda terörist başı ve yandaşları diyerek birileri hedef alınırken bir yandan da bu sıfat ile yaftalanmış kişilerle oturup görüşmeler yapılabiliyor.
Kürt sorunu nasıl çözülecek, bu yoldan gidilirse sonuç ilerde daha çok çıkmaza girer diyerek ince hesaplar ve çareler düşünülüyor mu?
Bunları Kürt sorununu çözelim diye işe koyularsanız düşünürsünüz, silahları gömsünler hele yoksa hakkınızdan gelmesini biliriz tehditi daha önceki barış sürecinde hiç yaşanmadı. Demek ki durum farklı şimdi...
Niyet farklı ama muhatapları da pek değişmemiş. Dün akşam DEM partin eş başkan yardımcısının konuşmalarından böyle anlıyorum. Onların gözünde bu yaşananlar bir müzakere süreci...Belki kendileri açısından başka yapılacak bir şey yok! Öyle mi olmalıydı? Orası muamma. Yaşayıp görülecek...
Ancak şimdilik son söz olarak CHP'nin bu sürecin içinde proaktif bir rol takınmağını da hatırlatmakta fayda var. Oysa şimdiye kadar yaptıkları, konuştukları şehit aileleri ne diyecek vurgusundan öte bir şey değil. Tamam burada ne demek istendiği belli ama sen bu görüşmeler nasıl doğru mecraya dönüştürülür, olması gereken olumlu, gerçekçi, ilkeli bir çözüm yolunda gidilir mi ondan haber ver?