15 Mayıs 2021 Cumartesi

OH OLSUN VE BENZERLERİ

 Rize'nin İkizdere İlçesinde ağaçları ve suyu için kahramanca savaşan köy kadınlarının mücadelesine destek vermek, onları takdir etmek yerine,   "Oh olsun, oy verirken düşünücektiniz bunları!" demek nasıl bir ruh hali, nasıl bir bağnazlıktır? 

İnsanın kanını donduruyor değil mi? Ama böyle söyleyenler oldu maalesef!

Ağaca, suya, böceğe sahip çıktığını iddia edenlerin "oh olsun" serzenişlerine, başlarına kakarcasına alaycı sistemlerine ne demelidir? 

Olmaz olsun çevreciliğiniz! 

*

Aynı kötü huyu başka konularda da tekrarlamıyorlar mı bazıları? 

İşte, romanlarını bütün dünya okurlarının hayranlıkla okuduğu, ülkemizin adını bir kez de kötü şeylerle değil, edebiyat gibi bir konuda  dünyanın her köşesine tanıtan bir yazaramıza söylenenlere ne demeli?

"Ah affetmek çok zor seni Orhan Pamuk! Emperyalistlerin oynuna gelmeyecektin, yazık, yazık!" serzenişlerinde bulunup, her şeyi bildiğini zanneden kerameti kendinden menkul kişilere ne demeli?

Artık onlar için  Orhan Pamuk ne yazarsa yazsın, ne söylerse söylesin, gözlerinde hep bir suçludur! 

Olmaz olsun insafsızlığınız!

*

İşte benim  şarkılarını dinlerken sesine kurban olduğum güzel insanım Sezen Aksu'ya yapılanlar!

Onun unutulmaz şarkılarını yok sayıp, kafalarında sabitlenmiş bir  hükme dayanıp,  kendilerine pay çıkartanlara ne demeliyim? Sezen Aksu'nun İkizdereli kahraman kadınlarımızın diğer sanatçı dostları gibi yanında durmasını yorumlarken, yine aynı sabit yerden  "Sezen Aksu, yetmez ama evet dediğini hala unutmadık!" demelerine kızmaz mıyım?

Olmaz olsun haksızlığınız! 

İkizdereli kadınlara, Orhan Pamuk'a yapılan serzeniş  ile Sezen Aksu için yapılan serzeniş aynı çizgide buluşuyorlar işte...

Biz neden böyleyiz, ne zaman böyle hastalandık, yaralarımıza yenik düştük, kendimizle bir türlü hesaplaşamadık, iyileşemedik bir türlü?

Çok eskilerden beri, bütün yakın tarihimiz boyunca hem de!

TARIMIN DURUMU

 Trakya'da olduğu gibi bütün yurtta süt üreticileri zor durumda. Nisan ayında 2.80 TL olan çiğ süt 2.60 'dan alıcı bulamıyor. Ayrıca, özel şirketler süt alımını kesmiş durumda. Süt üreticisi için sütü sokağa dökmekten başka çare kalıyor mu?

Oysa süt ve hayvancılık sektöründe gerileme yoksullukla pençeleşen şehir insanların da hayatlarını, sağlıklı yaşamalarını etkiliyor, fiyatı bir yılda yüzde 50 den bile fazla artan süt ürünlerine erişmesini engelliyor, çocuklar yeteri kadar beslenemiyor.

Doğal kaynakların bir avuç kapitalist girişimci için yağmalandığı bir ülkede tarım emekçileri ellerindeki son varlıklarını kaybetmek üzereler. Trakya' da tarımdan ümidini kesmiş olan gençler köylerini terk ettiler, geride verimli şekilde işlenmesi gereken,  aile işletmesi kaynakları devletten de yeterli destek alınmayınca bir avuç varlıklı kesimin elinde toplanmaya devam etti. Köyden sanayi bölgelerine başlayan hızlı nüfus hareketi kırsal  üretimdeki   iş gücünün azalmasına  yol açtı. Sonuç,  et, süt ve tereyağ gibi temel ihtiyaç maddelerinin   zor temin edilmesi oldu.. 

Köylü gerilerken kabak en çok kentli yoksulların başına patladı.

Bütün bu hikaye içinden geçtiğimiz günlerin ders çıkartılacak bir  örnek olduğu için iyi anlaşılması gereken bir mesele.

Bu konu Kovid salgınıyla mücadele  kadar önemli. Çünkü Kovid ile mücadeleyi kazanabilmek için  ekonomide güçlü kalabilmek gerekiyor. Oysa tarım kaynaklarının bol ve ucuz olması gereken Türkiye'de bu fırsat iyi değerlendirilmiyor. Daha kötüsü  sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir ana muhalefet kırsal kalkınmanın geçmiş deneyimlerini bile aratacak düzeyde toplumsallıktan uzaklaşmış durumda. Oysa özellikle modern  tarımda toplumsal çözümler uygulamadan  geleceği güvence altına almak mümkün değil. Bunun için de üretimden başlayarak satış kanallarına kadar toplumcu bir bakışa ihtiyaç var. Bunu da en iyi toplumcu sol muhalefet biliyor. Fakat onların da kendilerini inandırma ve kabul ettirme zorlukları var. Ancak şartlar herkesi buna zorluyor, bütün ileri kapitalist ülkelerde bile liberal çözümler yerini devletçi modellere zorlarken bizde bunun yerine devlet fabrikaları, arazileri özelleştiriliyor, üretici mallarını sokağa döküyor,  üreticiler çaresiz bırakılıyor, üretim gerilerken artan pahalılık fırtınası ile yoksulluk  derinleşiyor. Ülke kaynakları  topyekûn bir ihmal ve yanlış politikalar  nedeniyle ziyan ediliyor,  dışa bağımlılık artıyor, üretici üretimden kopuyor.

Bunun çözümü toplumcu  bir modeldir. Planlı, devlet yardımları ile desteklenen, kooperatifleşmeyi teşvik eden toplumsal tarım politikaları benimsenmeli, bu konuda girişimler gecikmeden hayata geçirilmelidir.

KENDİMLE BAŞ BAŞA

 İlk gençlik yıllarımdı, lisede rahmetli Oktay hocamdan aldığım edebiyat "eğitimi" öylesine ruhuma işlemişti ki Fen Bölümünü seçmeyerek kaybettiklerimi hiç umursamıyordum; hocanın arkasından gitmenin heyecanıyla bölüm birincisi olarak Liseden mezun olmuştum. Üniversite giriş sınavı da iyi geçmiş, yine okulun en iyi derecesini almıştım. Oktay hocaya aldığım puana aldırmayarak onun gibi bir edebiyat öğretmeni olmak istediğimi söylediğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. "Hayır," demişti Hoca, "Sen benim yaptığım gibi Türkoloj'yi seçmemelisin!" Niye böyle dediğini anlamamıştım, ama hayallerim yıkılmıştı sonuçta. Babamın mesleğini seçmek en doğrusuydu, ama yazları onun avukatlık yazıhanesinde çalışırken tanık olduğum  gelen vakaların tesiriyle, hukukun kanunlardan ibaret olduğu gibi yanlış bir karara varmıştım, sonunda babamın da ısrarı nedeniyle işletme gibi karakterimle hiç bağdaşmayan bir bölüme girmek zorunda kaldım.


Bu uzun girişi yaptıktan sonra, merak etmeyin uzun laf etmeyeceğim. Demek istediğim, insanın iradesi yaşadığı çevre ve zamanın koşulları ile son derece ilişkilidir, bu da işin içine tesadüflerin de karışması demektir. İnsan bunu seçemez, eğer yazabilseydim hayatımı anlatmaya bu seçimsiz bırakıldığınız noktadan başlamak isterdim. Sonuçta edebiyat öğretmeni olmama "kıyamayan", en iyi öğrencisine bu yolu kapayan hocama hiç kızmadım, hatta babama bile.

Eskiden beri yazdığım defterlerim vardı. Yazmasam susuz kalmış gibi olurdum. Yazdıklarımı çok erken yaşlardan beri herkes beğenirdi, ama bir yazar olmaya hiç vaktim olmadı. Bu da bir seçim sayılmalıdır sonuçta. İş hayatım çok uzun sürdü, okumak istediğim yüzlerce kitabı hala bitiremedim. Yazmak isteğimin görülen yüzünün kısa hikayesi böyledir özetle.


Yazarken kendimle baş başayım hala. Bu yazma cesareti de verir size. Tek başınıza olmanın müthiş cesaretini. Kaç kişi okuyacak demeden yazarsınız, kendinizle konuşur gibi. Şimdi yine öyle yaptım. Bir bayram sabahı diye başladığım hikayemde.

HATIRLAMAK VE HATIRLANMAK ÜZERİNE

Hatırlamak ve hatırlanmak. Belki hayatımızın bütün özeti bu iki sihirli kelimede saklıdır. Ne dersiniz?

Hatırlamak insanın ileri yaşlarda vazgeçemediği bir gereksinim olur birden. Mesela, nostalji dediğimiz ikinci bir yaşam, keşfettiğimiz yeni bir eğlenceye dönüştürür hayatımızı. Hayat sonsuz dediğimiz bir boşluğa akarken sizin  yer aldığınız anın değeri bu hatıralarla beslendikçe daha anlamlı hale gelir, onlarsız kendinizi sürüklendiğiniz boşlukta daha güçsüz ve çaresiz hissedersiniz.

Hatıralar insanı  ölüme karşı  daha dayanıklı kılan sihirli bir alet gibidir. Bütün anlatılmak istenenler, yazılanlar, söylenenler böylesine bir kucaklaşma, hayatınızla yeniden bütünleşme isteğinin bir sonucudur denebilir...

Bütün anlatı sanatları yaşanan olup bitenin tekrarıyla canlanan kendi hayatımıza dönmeyi sağlar aslında. Bu süreklilik içinde hem hesaplaşmayı hem de hayallerimizi yeniden olumlayarak öğretir bizlere. Sanatın doğurganlığı böylesine bir direncin parçasıdır.

Bu konu derinlere çekiyor sizi muhtemelen, farkındayım. Biraz da hatırlanmaktan bahsedeyim isterseniz.

İlkinde  hayatın öznesi olarak varken şimdi başkalarının hatırladıkları içinde  bir nesneye dönüşürsünüz bu kez ve muhtemelen o sırada siz yoksunuzdur. Başkalarının gözü önünden çekildiğinizde hatırlanmaya başlayabilirsiniz ancak. Ama aslına bakarsanız bu biraz da size kalmış bir iştir. Bunu başarmak için epey mücadele edersiniz, belki de farkına varmayarak. Hatırlanmak için gösterdiğiniz çaba gizli bir dürtüyle  yaptığınız o muhteşem hazırlığın bir parçasıdır aslında. Bunu bilmeden yaparsınız ve ne kadar başardığınızı da çoğu kere öğrenemezsiniz...

Bu da çok derin bir konu değil mi? Evet, haklısınız. En iyisi, sizi üzmeden bu sabah yazacaklarım bu kadarla kalsın deyip, noktayı koymak. Şimdi sevdiğiniz eskilerden  bir şarkıyı bulup dinlemenin tam zamanıdır. Bence siz de öyle yapın.

Nostalji hayat kurtarır!

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...