Günlerdir süren güçlü esinti bu gün biraz normale döndü Ayvalık'da. Bu rüzgar olmadan da yaşanmaz ki. Hele Kaz dağlarının üzerinden aşıp geliyorsa, ķörfezin denizini yalayıp Ayvalık sırtlarına vuruyorsa, bu havanın yerini hiç bir sey tutmaz. Soluk alırken içinize çektiğininiz hava değildir, bilin bakalım nedir?Bu sorunun en güzel cevabını hayranı olduğum ve yine buralarda kendisinden siirlerini dinlediğim bir şair vermiştir: içime çektiğim hava değil gökyüzüdür der Ülkü Tamer. Evet bu esinti marifetlidir, içinde bol oksijeni ve iyotu barındırır. Geldiği yerin kokularını, heycanını,aşkını taşır. Her içinize çektiğinizde yalnızlığı, acıları,tükenmişliği unutturur size.
"Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum."
Diyen Orhan Veli geldi aklıma şimdi. İnsan ne garip bir yaratık değil mi? Kolayca kanıyoruz, aldanıyoruz her şeye. Bir rüzgar geciyor kalbinizden sanki, heycana kapılıyor, ya da her şeyi durdurup sadece sessiz bir dünyada, şiirsel bir durulmanın tadını çıkartmaya çalışıyorsunuz. Acılar bir yanda dururken, kalbiniz öte bir yakada ışıltılı bir denizin sularına götürüyor sizi.
Bu da bir aldatmaca değil mi? Ama hoşunuza gidiyor yine de...
Ayvalık'da bu sabah karşımdaki denizi seyre koyuldum rüzgarın arada yüzumdeki serinliğini hissederek. Okuduğum yazıdan sonra tükenmeyen insan acılaŕıni yazacaktim. Yaşadığımız ülkedeki dayanılmaz acıları. Ödenmemiş kıdem tazminatlarının peşinden koşarken trafik kazasında hayatlarını kaybeden Somalı madencileri. Olümle tehdit edilen gazetecileri. Yüzlerce faili meçhul cinayette kullanılan kayıp silahlar haberini. Derin güçlerce organize edilmiş silahlanmaları.
Yazacaktım olmadı.
Bunları yazdım.