24 Şubat 2023 Cuma

DEĞİŞİM ŞART

 

Eğer 2017 anayasa referandumu ile    Cumhurbaşkanlığı sisteminine geçilmeseydi, genel seçimler öncesi bu gün olduğu gibi bir millet ittifakı olur muydu, sanmıyorum. Sistem büyük olasılıkla yine başta ekonomik yıkım olmak üzere başarısız bir yönetim  nedeniyle yıpranmış olsa da, bu gün olduğu gibi  tek adama yönelik birleşik bir cephe oluşmayacak, partiler arası dayanışmanın tek hedef noktası Cumhurbaşkanı olmayacaktı. Onun yerine belki daha sağlıklı işleyecek bir partiler arası rekabet ile karşılaşacak, yaşadığımız sıkıntıların bir sistem ve anlayış meselesi olduğu bu nedenle daha açık tartışılır hale gelecekti.

Bu gün ise  iktidara yönelik birliktelik bence asıl sorunları öteleyerek önceliği zorunlu olarak tek adam rejiminden kurtulmaya  vermiştir. Bu son derece kaçınılmaz ve doğru bir tercih olsa da kendi içinde bazı sorunları  da besliyor.

Sorun sadece tek adam rejiminden kurtulmak olmasaydı krizden çıkışı  sağlayacak çözümlerin yapısal karakteri daha net açıklanır olacak, sorunun tarafları arasındaki farklılıklar daha iyi anlaşılacaktı.

Bu gün hala muhalefetin cumhurbaşkanı kim olacak tartışmasına saplandık kaldık. Hatta öyle ki, bu konu ittifakın dağılmasına neden olacak   riskleri bile barındırıyor artık. Çünkü asıl sorunlar tartışılamadığı için iktidar kanadı ittifakı parçalayacak mekanizmaları kullanarak karşısındaki birlikteliği bozacak  hamlelere  başvuruyor.  Bu ise siyasi rekabet uğruna toplumda derinleşen bir parçalanmaya yol açıyor. Son HDP tartışmasında yaşananlar   bunun son örneği. Millet ittifakını bozmak için yasal hakların çiğnenmesi, bunun bir düşmanlaştırma politikasına kadar uzaması toplumsal barışı bozarak  siyasi avantaj elde etmeye yarıyor. Diğer yandan Ana Muhalefet partisinde oylar beklenildiği gibi artmıyor bir türlü. Bu bir güvensizliğin işareti sayılarak altılı masanın hangi adayda karar kılacağı bir türlü netlik kazanmıyor. Çünkü kimse yanlış ata oynamak istemiyor. Kaybedecek olan sadece Türkiye değil aynı zamanda iktidarın yanında durmayan her partiyi hangi siyasi tarafta olsun, bekleyen bir ortak tehdit var. Kimse seçimi kaybedecek bir cumhurbaşkanı adayı üzerinden risk almak istemiyor. Bu durum muhalefetin davranışlarına, tercihlerine de yansıyor. Sistemin çıkmaza saplanıp kalması siyasi çözümün öznesi olarak partiler arası işbirliğini etkiliyor, çözüm için karar verme süreçlerini zorluyor.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın Yunanistan tehditleri ise  iç politikaya yönelik hesapların bir ürünü. Bunu herkes böyle anlıyor zaten. Adaların silahlandırılması, S300 füzeleri  falan, desteği azalan iktidarın oyları toparlaması için iyi bir fırsat. Bu arada bir NATO üyesine savaş tehditi yöneltmek, ortak kin ve düşmanlığı besleyerek muhalefete bile söz bırakmayan pes dedirtecek türde bir meydan okuma örneği.

Arkasında siyaset üstü kümelenmeyi yaratacak bu politikalar aslında Suriye sınırında da yıllardır denendi ve sonuç verdi. Şimdi oyun daha komplike işliyor. Yıllardır savunma sistemlerimizi birlikte kurduğumuz askeri işbirliği yaptığımız bir örgütlenmeye meydan okuyan bu çıkış  neyi amaçlıyor? Rusya'nın Batı bokuyla didiştiği bir savaş döneminde NATO içindeki bu yarılma kimin hoşuna gidiyor? Enflasyon ile boğuşan iktidarın Rusya'dan gelecek katkılarla bu kışı daha az zararla atlatma umudu şimdi böylesine keskin dönüşleri göze almayı gerektiriyor. Böyle bir dönemde Rusya'nın yanında olmak, öte yandan Esad ile yapılacak pazarlıklar sırasında  sınır ötesi harekâtlarda gelinen tıkanmaları aşmak için kullanışlı bir yöntem olsa gerek. En azından denemeye değer.

İçerde artan yasaklar, düşmanlaştırma, dini propaganda, çocukları bile dini argümanlarla siyasete  alet etme gibi yöntemleri de düşündüğümüzde hedef belli değil mi?

Muhalefet kanadında bu hazırlıklara karşı ne yapılıyor derseniz, onun cevabını da anketler veriyor. Muhalefet dün de dediğim gibi Başkanlık esas olarak rejiminin sonlandırılmasına odaklanmış gözüküyor ama seçimlerden sonra yine aynı  sistemle yola devam edilecek büyük ihtimalle.

Başkanı değiştirmek elbette Türkiye’ye bir nefes aldıracak ama toplumsal faydalar yönelik siyaset üretmeye, adımlar atmaya yetecek mi bu, şüpheli. Yeni bir kaosa sürüklenmek, gücünü yeni ittifaklarla tazelemiş  muhafazakar bir  ittifak sürpriz sayılmamalı.

Tabii burada asıl zorluk toplumun yaşadığı sınıfsal eşitsizliğe rağmen ezilen sınıfların buna karşı toplumsal bir muhalefet yapamamasıdır. Yıllarca sınıf temelli siyaseti susturan sandık demokrasisini savunan ortak devlet aklı bu sonucun asıl sorumlusudur. 

Ülkeyi bu belirsizlikten kurtaracak kitlesel desteği arkasına alan güçlü bir siyasi dönüşüm rüzgarı ise henüz ortada gözükmüyor. Bu eksiklik siyasi tarihte aksak bir demokrasiyle  dayatılmış  tek kanatlı çözüm geleneğinin bir sonucu sayılabilir.

İşin ironik tarafı, 200 yıl geriden başladığımız demokrasi maceramızın bir türlü toplumsal temelli bir geleneğe sahip olmamasıdır. Zamanında  layıkıyla yaşamadığımız tarihsel bir dönüşüm deneyimin hafızasına sarılarak yaptığımız analizlerin ve aradığımız çözümlerin bile ömrü tamamlandı. Şimdi dünyada yeni bir tarih yaşanıyor ve bizim yine  treni kaçırmadan değişim için arayış ve çabaya ihtiyacımız var. 

 

 

 

 

HERŞEYE RAĞMEN...

Her şeye rağmen dirençli olmak zorunda toplum.  BirGün Gazetesi çok önemli bir vurgu yapıyor: "Devletin olanca gücüyle saldırılarını sü...