Yazmak istemezdim ama olmuyor. Sosyal medya üzerinden yazmak çoğu kere bir işe yaramaz. Sizi fenomen yapan iletişim komedisinin bir parçası değilseniz benim yaptığım gibi anı defterinin sayfalarına içinizi dökmekten başka çareniz yok demektir.
Sosyal medyayı olduğu gibi kabul edip kendime yazılar başlığı altında yine bir kaç satır yazayım istiyorum. Amacım ülkemizde yerel gazeteciliğin "iflas" etmiş olmasını ciddiye alarak biraz kelam etmek istemem sadece.
Taşrada yaşamanın en zor yanlarından biris de yazmayı ve haberciliği seven birinin bu konuda yaşadığı çaresizliklerdir. Bu yerel gazete okurluğunun giderek yok olmasının tabii sonucu sayılsa da bireyin taşralılık sınırlarına dayanmış acınası halinin bir hikayesidir.
Çok güçlü bir şair, çok iyi bir ressam, çok başarılı bir öğretmen, çok yetenekli bir müzisyen olabilirsiniz ama eğer hayatınızı taşra ölçeğine mahkum eden koşullara razıysanız hayalleriniz ile gerçekler arasında sıkaşarak ömrünüzü tüketir durursunuz.
Bu bizim gibi ülkelerde daha bariz yaşanır. Taşrada özgür değilsinizdir, yaratmak istediğinizin volümüne ayak uyduracak insanlar olmayınca hoşlarına gitmediğiniz veya ürküttüğünüz çevrelere yakalanmanız ve itibarsızlaştırılmanız çok kolaydır.
Bu nedenle taşra aydını veya sanatçısı kendini daha fazla tehlikede hisseder ve içe kapanmayı tercih eder. Daha az insanla konuşur, daha fazla kendini içkiye kaptırır. Ve genellikle adı öldükten sonra duyulur. Kitapları, çalışmaları geç fark edilir. Sonuç tarih boyunca hep böyle olmuştur. İsterseniz isim de verebilirim.
Taşralılık kötü bir yazgıdır. Kolay aşınmaz taşlarla örülmüş dar bir çembere mahkum eder sizi. Yani kısacası taşradan kopmadan taşra ile mücadele etmek neredeyse imkansızdır.
Neden yazıyorsun bunları diyenlere kötü bir haberim var. Hiç yaşadınız mı taşrada?